Yıllık elektrik tüketimi hızla artan Suudi Arabistan, önümüzdeki 20-25 senelik dönemde maliyeti 80 milyar doları bulacak toplam 16 nükleer santral yapmayı ve böylelikle ülkenin fosil yakıtlara bağımlılığını azaltmayı planlıyor. Doğal olarak Suudi Arabistan’daki nükleer santral projelerine diğer ülkeler büyük ilgi gösteriyor. Ancak, Suudi Arabistan'ın bu projelerle elektrik üretiminin yanında nükleer silah geliştirme hedefi de güdüyor olma olasılığı kaygı verici bir durum.
Biden yönetiminin Orta Doğu’daki önceliklerinden birisini Suudi Arabistan’ın İsrail’i resmen tanıması teşkil ediyor. Arap dünyasının lideri bulunan, İslam’ın en kutsal mekanları Mekke ve Medine’ye ev sahipliği yapan ve bu itibarla İslam dünyasında da ayrıcalıklı bir konuma sahip olan Suudi Arabistan, İsrail’in tanınması talebini doğrudan reddetmiyor. Ne var ki, Riyad’ın İsrail’i resmen tanımak karşılığında ABD’den bazı talepleri bulunuyor.
Riyad’ın talepleri arasında ABD ve Suudi Arabistan arasında güvenlik anlaşması imzalanması, Suudi Arabistan’a gelişmiş silah satışı yapılması ve ülkenin nükleer enerji programına ABD’nin destek vermesi yer alıyor. Bu minvalde Suudiler, petrol alanındaki Aramco benzeri bir Arap-Amerikan nükleer enerji şirketi kurulmasını teklif ediyorlar. Nükleer dosyadaki kilit noktayı ise uranyumun Suudi topraklarında zenginleştirilmesi oluşturuyor.
Nükleer silah geliştirilmesine giden yolu açtığı için uranyumun zenginleştirilmesi hayati bir önem taşıyor. İran’ın nükleer müzakerelerinin de zamanında çıkmaza girmesindeki en önemli hususu sivil amaçlarla nükleer enerji programı yürüttüğünü iddia eden Tahran’ın kendi uranyumunu zenginleştirmesi konusundaki ısrarı oluşturuyordu. Zenginleştirilmiş uranyumun Rusya’dan veya diğer ülkelerden kontrollü şekilde tedarik edilmesi teklifini ülke ekonomisine ağır zararlar veren yaptırımlara rağmen İran kesin bir şekilde reddetmişti.
Uzun süren müzakereler sonucunda 2015 yılında nükleer tesislerini uluslararası denetime açması kaydıyla, İran’ın sınırlı şekilde uranyum zenginleştirilmesine izin verilmişti. Trump’ın başkan seçildikten sonra İran’la anlaşmayı rafa kaldırması üzerine, Tahran uranyum zenginleştirme faaliyetlerine kaldığı yerden devam etti. Bugün gelinen nokta itibariyle İran’ın 12 günde ilk nükleer bombasını üretebilecek seviyede uranyum zenginleştirebileceği değerlendiriliyor. Bu minvalde, İran’ın tahminen bir ayda 5 bomba, üç ayda ise 8 bomba için yeterli uranyumu zenginleştirebileceği düşünülüyor.
Bu iddialara karşın İran’ın ruhani lideri Hamaney Pazar günü yaptığı açıklamada, ülkesinin dini nedenlerle nükleer silah geliştirmediğini, aksi takdirde Batı’nın nükleer silaha sahip olmalarını engelleyemeyeceğini belirtti. Hamaney, ayrıca Batılı ülkelerle halen yürütülmekte olan nükleer müzakerelerin olumlu sonuçlanabileceğine işaret etti. Müzakerelerin olumsuz sonuçlanması ve İran’ın nükleer silah geliştirme noktasında atacağı yeni adımlar bölgeyi ciddi istikrarsızlığa sürükleyebilir.
Bu çerçevede, İran’ın nükleer silah edinmesi halinde Orta Doğu’da nükleer silahlanma yarışının başlaması kuvvetli bir ihtimal olarak ortaya çıkıyor. Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman 2018 yılında CBS’ye verdiği röportajda ülkesinin nükleer silah edinme gayretinde olmadığını söylemişti. Bununla birlikte Veliaht Prens, İran’ın nükleer silah geliştirmesi halinde ülkesinin de ivedilikle bu silahları edinme yoluna gideceğini vurgulamıştı. Rakip ülkenin nükleer silah geliştirmesinin diğer ülkeyi de silah geliştirmeye sevk etmesi beklenen bir durum. Maddi imkanları kısıtlı olmasına rağmen Hindistan ve Pakistan bu şekilde karşılıklı olarak nükleer silah geliştirmişti. Güney Kore’de de Kuzey Kore’ye karşı kendi nükleer silahlarını üretme fikri giderek yaygınlık kazanıyor.
Suudi Arabistan’ın ardından Mısır’ın ve Türkiye’nin de nükleer silah geliştirme yoluna gitme ihtimali bulunuyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan 2019 yılında yaptığı bir konuşmada, “birilerinin elinde nükleer başlıklı füze var, bir tane iki tane değil... Ama benim elimde nükleer başlıklı füze olmasın! Ben bunu kabul etmiyorum,” demişti. Erdoğan konuşmasına “Şu anda dünyada gelişmiş ülkeler içinde neredeyse nükleer başlıklı füzesi olmayan ülke yok, hepsinde var… Hale bakın, onlar nerede, neyin yarışını yapıyor, bize de 'sakın ha sen yapma' diyorlar. Yanı başımızda İsrail var mı? Var. Bütün her şeyiyle onunla korkutuyor,” diyerek devam etmişti.
Nükleer enerji konusunda istediğini almakta kararlı olan Suudi Arabistan, bu uğurda ABD-Çin rekabetini kızıştırmaktan da imtina etmiyor. Bu bağlamda, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’la 8 Haziran’da düzenlediği ortak basın toplantısında, sivil amaçlı nükleer programlarına ABD’nin katılımını çok arzu ettiklerini, bununla birlikte bu programlarına (Çin’i kastederek) ABD dışında teklif sunanlar da bulunduğunu kaydetti. Rusya’nın halihazırda hem Türkiye’nin hem Mısır’ın ilk nükleer santrallerini inşa etmekte olduğunu da burada hatırlatmakta fayda var.
Öte yandan, İran ve Suudi Arabistan siyasi ilişkilerinde son aylarda bir yumuşama dönemine girildi. Çin arabuluculuğuyla uzlaşıya varan iki ülke üç ay önce karşılıklı olarak büyükelçiliklerini açma kararı almıştı. İran geçtiğimiz günlerde Riyad Büyükelçiliğini hizmete soktu. Suudi Arabistan’ın Tahran Büyükelçiliği de yakında açılacak. Bu bağlamda, önümüzdeki dönemde bu iki ülkenin ilişkilerin seyrini belirleyecek ana unsurlardan birisi nükleer enerji konusu olacak.
Bölgede nükleer silahlara sahip yeni bir ülke istemeyen Biden yönetimi, Suudi Arabistan’ın uranyumu kendi topraklarında zenginleştirme talebine soğuk bakıyor. ABD’den istediğini alamaması halinde Suudi Arabistan, Çin ve hatta Rusya’yla uranyum zenginleştirme konusunda görüşmelere başlayabilir. Nükleer boyutlu yeni bir silahlanma yarışını tetikleyebileceği cihetiyle, dünyanın en fazla silah ithal eden bölgelerinden olan Orta Doğu’da bu nükleer programların dikkatle takip edilmesi gerekiyor.