Rusya’nın 24 Şubat günü Ukrayna’ya karşı karadan, havadan ve denizden başlattığı askeri harekat doğal olarak bütün dünyanın dikkatini kendi üzerine topladı. Savaşın başlamasıyla birlikte başından beri Putin’in esas planının Ukrayna’nın tamamını istila etmek olduğunu söyleyen ve Ukrayna’ya tanksavar ve uçaksavar gibi kritik silah yardımı yapan ABD ve İngiltere, Rusya’ya karşı uygulayacakları yeni yaptırımları açıkladılar. Önceleri Rusya’ya karşı tavır almak hususunda gönülsüz davranan Avrupa ülkelerinin tepkisi de gecikmedi. Bu ülkeler Rusya’nın SWIFT sisteminden atılması, Rus Merkez Bankasının varlıklarının dondurulması gibi ekonomik yaptırımlara iştirak etmelerinin yanı sıra Ukrayna’ya silah desteği vereceklerini de açıktan ilan ettiler. Tarihsel olarak savaşlarda tarafsız kalmayı tercih eden İsviçre bile ülkesindeki Rus varlıklarının dondurulması yönünde karar aldı. Ukrayna’ya benzer şekilde dünyanın hemen her tarafından sözlü ve fiili destek yağarken, Rusya’nın geleneksel müttefikleri olan ülkelerin ise Moskova’nın argümanlarına arka çıkmadıkları müşahede ediliyor.
Batılı ülkelerin Ukrayna’nın işgaline sert tepki göstermesinin çeşitli nedenleri bulunuyor. İngiltere ve ABD önceden beri Putin’in uluslararası istikrarı bozucu hasmane bir aktör olduğunu düşünüyor ve Rusya’nın ekonomik ve askeri nüfuz alanının genişlemesini istemiyorlardı. Savaş öncesinde Rusya’nın meşru bir oyuncu olduğunu ve ekonomik bakımdan karşılıklı bağımlılık ilkesi çerçevesinde hareket edilmesi gerektiğini kabul eden Almanya, Fransa, İtalya gibi Batı Avrupa ülkeleri ise gelişmeler karşısında şoke olmuş durumda. AB liderleri Ukrayna’nın işgalinin egemen ve bağımsız bir ülkeye karşı benzeri görülmemiş düşmanca bir eylem teşkil ettiğini, Rus liderliğinin hedefinin Avrupa'nın istikrarının ve tüm uluslararası barış düzeninin yıkılması olduğunu değerlendiriyorlar. Eski Sovyet ülkeleri olan Estonya, Letonya, Litvanya ile Doğu Avrupa’daki Polonya, Romanya, Bulgaristan gibi ülkeler ise Ukrayna’dan sonra Putin’in gözünü kendilerine dikmesinden derin endişe duyuyorlar. Bu itibarla, Batılı ülkeler ağır bir bedel ödemesi için Rusya’ya benzeri Soğuk Savaş’tan beri görülmemiş şekilde ağır yaptırımlar uygulamaya karar verdiler. Kuzey Suriye’de asker bulunduran Türkiye, Golan Tepeleri ve Batı Şeria’yı ilhak etmiş olan İsrail gibi askeri açıdan güçlü bazı ülkeler ise Putin’in komşusuna saldırısını uluslararası normlara saygıdan ziyade Batı ülkelerinden gelen baskılar neticesinde kınadılar.
Peki Venezuela ve Küba gibi Rusya’yla hep iyi ilişkiler içinde bulunmuş ülkeler veya genellikle tarafsız kalmayı tercih eden Afrika ülkeleri neden Ukrayna konusunda Rusya’yı haklı bulmuyor veya yarım ağız destek beyanında bulunmakla iktifa ediyorlar? Bu sorunun cevabı 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan, devletlerin egemenliğini ve eşitliğini kabul eden uluslararası sistemde saklı. BM Şartı’nın 2(4) maddesince “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” Uluslararası hukuk çerçevesindeki kuvvet kullanmaya yönelik istisnalarla birlikte değerlendirildiğinde “Rusya’nın Ukrayna’ya düzenlediği askeri harekatı haklı ve meşru gösterecek hukuki bir gerekçe bulunmuyor.” Bu minvalde, kolonyal dönemde olduğu gibi uluslararası nitelikteki uyuşmazlıkların barışçı yollar yerine kuvvete başvurularak çözülmesini meşru ve normal kabul etmek, küçük ve zayıf olan devletlerin güçlüler tarafından istila edilmesine yol açabilir. Örneğin 1823 tarihli Monroe Doktrininden beri Güney Amerika’nın kendi nüfuz alanı olduğunu addeden ABD’nin Venezuela, Nikaragua ve Küba’daki rejimleri silah zoruyla devirmesinin önündeki engel ortadan kalkmış olur. Nitekim bazı ABD’li siyasetçiler zaman zaman bu ülkelerde mevcut yönetimlerin devrilmesi için örtülü askeri harekat yapılmasını desteklemişlerdi. Diğer bir ifadeyle, bugün Ukrayna’nın yutulmasına izin veren uluslararası bir sistem yarın diğer ülkelerdeki hükümetlerin dış güçler tarafından askeri güç kullanılarak devrilmesine yol açabilir. Bundan da en çok küçük ve zayıf ülkeler zarar görür.
Bu bağlamda, Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesinde yer alan Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını ilanı konusunda Putin’in kayıtsız şartsız yanında yer alan Venezuela, Nikaragua ve Küba, Rusya’nın bütün Ukrayna’yı işgale kalkışmasından sonra söylemlerini yumuşatma yolunu tercih ettiler. Venezuela Devlet Başkanı Maduro, Twitter üzerinden 25 Şubat’ta yaptığı açıklamada Ukrayna’daki krizin sorumlusu olarak NATO’nun Minsk Anlaşmalarını ihlal etmesini göstermekle birlikte, taraflar arasında farklılıkların barışçıl yöntemlerle çözülmesi çağrısı yaparak, diyalog ve içişlere müdahale etmeme prensibinin barışın garantisi olduğunun altını çizdi. Küba Dışişleri Bakanlığı ise 26 Şubat günü yaptığı açıklamada her ne kadar yaşanan krizin sorumlusu olarak ABD ve NATO’nun izlediği politikaları gösterse de dikkat çekici bir şekilde BM Şartına atıfla Küba’nın herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına her zaman karşı çıkacağını vurguladı.
Yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle diplomatik cephede de Rusya’nın büyük ölçüde yalnız kaldığı görülüyor. 25 Şubat günü 15 üyeli BM Güvenlik Konseyinde (BMGK) Ukrayna’nın işgalini kınayan taslak kararın oylamasında 11 ülke Rusya aleyhine oy verdi. Rusya’nın dostları arasında kabul edilen Çin ve Hindistan, Birleşik Arap Emirlikleri’yle birlikte bu oylamada çekimser kaldı. Ayrıca, Güvenlik Konseyi üyesi olmayan ama tasarıya destek veren 43 ülkenin BM daimi temsilcileri de Ukrayna lehinde olduklarını göstermek için söz konusu toplantıyı yerinde takip etti. BMGK daimi üyesi Rusya’nın tek başına hayır oyu vererek veto yetkisini kullanması üzerine, 193 ülkenin temsil edildiği ve Rusya’nın veto hakkının bulunmadığı BM Genel Kuruluna yeni bir tasarı sunuldu; ki bu kurulda mezkur tasarının ezici çoğunlukla kabul edilmesi öngörülüyor. Her ne kadar BM Genel Kurulunda alınacak bir kararın bağlayıcılığı bulunmasa da bu karar Rusya’nın haksızlığının dünya kamuoyu nezdinde bir kez daha tescil edilmesi anlamına gelecek. Ayrıca, Rusya’nın işgalinin dünya çapında reddini gösteren bir karar, Rusya’ya Batı ülkeleri tarafından konulan yaptırımların diğer ülkeler tarafından da benimsenmesine ve bu yaptırımların yaygınlaşmasına meşru zemin sağlayabilir. Başka bir ifadeyle, Rusya’nın işgal için ödediği bedelin ağırlaşması ve başka bir ülkenin uluslararası hukuku benzer şekilde ihlal etmesinin önlenmesi için uluslararası toplum Rusya’ya karşı tavrını bir vesileyle daha belli etmiş olacak.
Sonuç olarak, Ukrayna’nın Rusya tarafından işgalinin emsal teşkil etmesi uluslararası sistemin ve barışın temadisi açısından ciddi riskler taşıyor. Büyük balığın küçük balığı yutmasının meşru kabul edilmesi, hem çok acı tecrübelerden sonra barışçıl bir ortam oluşturmayı ancak başarmış Avrupa ülkeleri, hem de Rusya’nın Latin Amerika’daki ABD karşıtı geleneksel dostları başta olmak üzere birçok devleti endişeye sevk ediyor. Bu itibarla Rusya, Ukrayna savaşı sonucunda askeri hedeflerine ulaşsa bile, dünya ekonomisinde ve siyasetinde dışlanmış ve zayıflamış bir aktör olarak yoluna devam etmek zorunda kalacak.