Nijer’de 26 Temmuz’da gerçekleşen darbenin akıbeti halen meçhul. General Tchiani liderliğindeki cunta ülke içindeki egemenliğini büyük ölçüde pekiştirmiş durumda. Öte yandan Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) da devrik lider Bazoum’un göreve iade edilmemesi halinde Nijer’e askeri müdahale etme tehditlerinden geri adım atmış değil. Bu tarz tehditlerin bölgede gerginliği artırdığı gerçeği yadsınamaz. Ancak, ECOWAS’ın askeri müdahale seçeneğini Nijer’deki cuntayla yürütülen diplomatik müzakereleri destekleyen bir unsur olarak kullandığını akılda tutmak gerekiyor. Başka bir ifadeyle, Birleşmiş Milletler Şartı’nda açıkça belirtilen “anlaşmazlıkları çözmek için kuvvet kullanma tehdidi yasağı” ECOWAS tarafından Nijer cuntasıyla yürütülmeye çalışılan müzakerelerde bir kaldıraç olarak kullanılıyor.
Bu çerçevede, olası bir müdahale için ECOWAS ihtiyat birliklerini 10 Ağustos’ta aktive etme kararı almıştı. ECOWAS ülkeleri ordu komutanları da 17 ve 18 Ağustos tarihlerinde Gana’da bir araya gelerek Nijer’e askeri operasyon planlarına son halini verdiler ve operasyonun başlaması için emir beklediklerini ifade ettiler. Söz konusu ihtiyat kuvvetlerine küçük bir ada ülkesi Cabo Verde dışındaki ECOWAS’ın 11 aktif üyesinin iştirak etmesi öngörülüyor. ECOWAS’ın bu adımlarına karşılık olarak Mali ve Burkina Faso 19 Ağustos’ta Nijer’e askeri uçak göndererek, Nijer’deki cuntayı desteklemek için ellerini taşın altına koymaktan çekinmeyeceklerini ortaya koymuş oldular.
Nijer’e askeri müdahaleye karşı çıkan ülkeler Mali ve Burkina Faso’yla sınırlı değil. Cezayir ve Rusya da askeri operasyona kategorik olarak karşı çıktıklarını açıkladılar. ECOWAS’ın Afrika Birliği’yle gerçekleştirdiği görüşmelerden sızan bilgilere göre muhtemelen Mısır ve Güney Afrika’nın başını çektiği kıtanın kuzeyindeki ve güneyindeki ülkeler de olası bir askeri müdahaleye karşı çıkıyorlar. Benzer şekilde orta Afrika’daki ülkeler de operasyona yeşil ışık vermiş değiller.
Bölgenin eski sömürgeci gücü olması nedeniyle Fransa’nın konuya yaklaşımı çokça nazara veriliyor. Ne var ki Fransa’nın, Sahel bölgesinde son sözü söyleyen ülke konumunun ciddi ölçüde zayıfladığı da bir vakıa. Fransa, gerek askeri imkanlarının yetersizliği gerek siyasi irade eksikliğinden ötürü esasen bölgede eskisi kadar etkin olamıyor. Fransa’nın bölgedeki aktif diplomatik faaliyetleri de Paris’in bölgedeki azalan sert gücünü telafi etmeye yetmiyor. Bu itibarla Fransa, Sahel bölgesinde ABD’nin vagonuna kerhen binmek zorunda kalıyor.
ABD ise Nijer’deki olaylara ilişkin halen net bir tavır takınmış değil. ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Nijer’in bölgede güçlü bir güvenlik ve kalkınma partneri olarak kalmasını teminen ülkede barışçıl bir çözüm bulmak için gayret gösterdiklerini açıkladı. Bununla birlikte, ABD kanunlarına göre darbe yapılan ülkelere yapılan ikili yardımların kesilmesi gerektiği için Biden yönetiminin Nijer’de yaşananları henüz resmen darbe olarak adlandırmadığını burada not etmek gerekiyor. Kısacası Biden yönetimi, Nijer’deki darbenin başarıya ulaşma ihtimalini halen masada tutarak, bir kısmı ABD’de eğitilmiş olan cuntacılara kapıyı tam olarak kapatmamış oluyor. ABD daha önce de 2013 yılında Mısır’da Mursi’nin ordu tarafından devrilmesini darbe olarak adlandırmamış ve Sisi başkanlığındaki yeni askeri yönetimle çalışma yoluna gitmişti. ABD’nin yeni Nijer Büyükelçisi Kathleen FitzGibbon’ın önümüzdeki günlerde Niamey’e giderek görevine başlayacak olması, cuntaya meşruiyet kazandıracağı gerekçesiyle Fransa tarafından hoş karşılanmıyor.
Ukrayna savaşından ötürü başını kaşımaya vakit bulamayan Rusya’nın da Nijer’de pozitif bir rol oynaması pek olası değil. Nitekim, Kremlin’in yakın dönemdeki Sahraaltı Afrika politikası incelendiğinde Rusya’nın bölgede bir oyun kurucu değil, daha ziyade “oyun bozucu” olarak hareket ettiği görülüyor. Örneğin Rusya’nın meşum Wagner Grubu’nun Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi Sahraaltı Afrika ülkelerinde faaliyetleri Batı’ya karşı Afrikalılarla ortak cephe teşkil etmek yerine, oluşan siyasi kaoslardan istifadeyle bölgedeki otoriter liderleri destekleyerek ülkelerin doğal zenginliklerini yağmalamak üzerine kurulu. Bu itibarla, bazı Batılı yetkililer Nijer’de darbecilerin başta kalması halinde Wagner Grubu’nun ülkeye yerleşmesinden ve kendi nüfuzlarının tamamen kırılmasından endişe ediyorlar.
Öte yandan, Batılı ülkelerin prensip olarak Nijer’deki sorunun barışçıl yöntemlerle çözülmesi çağrısını savaş karşıtlığı olarak algılamamak gerekiyor. ECOWAS ülkeleri de sorunun öncelikli olarak diplomatik yöntemlerle çözülmesini arzu ettiklerini, bu girişimlerin sonuçsuz kalması halinde cuntaya karşı güç kullanacaklarını duyurmuştu. Bu çerçevede, uluslararası hukuk bakımından Nijer’e müdahalenin zemini zayıf olsa da, ECOWAS’ın olası askeri müdahalesine Batılı devletler muhtemelen sert tepki vermeyecektir. Nitekim, ABD ve Fransa, ECOWAS’ın Nijer’deki olaylara yaklaşımını desteklediklerini ifade etmek suretiyle son kertede askeri müdahale gerçekleşirse karşı çıkmayacaklarının sinyalini veriyorlar.
Nihayetinde Nijer, darbeden sonra en fazla tepki veren Fransa ve ABD için ne prestij ne de doğal kaynaklar bakımından büyük stratejik önem taşıyor. Dolayısıyla Batı’nın müttefiki olarak görülen bir lideri desteklemek için bile askeri hamle yapmanın getirisinin az olduğu bir ülke. Bu itibarla Fransa ve ABD’nin perde arkasında kalmayı tercih ederek bölge ülkeleri üzerinden gelişmeleri yönlendirmeye çalıştığını söylemek mümkün. Bahse konu ülkelerin bu yaklaşımı ECOWAS’ı, Nijer’deki gidişata ilişkin en önemli kararları alan bölgesel örgüt konumuna yükseltiyor.