3 Haziran’da Güney Kore’de başkanlık seçimleri yapıldı. Demokrat Parti’nin lideri Lee Jae-myung, erken seçimlerden zaferle çıkarak ülkenin yeni cumhurbaşkanı oldu. Bu seçim, yalnızca bir iktidar değişimi değil; aynı zamanda bölgesel dengeleri etkileyebilecek bir açılımın başlangıcı anlamına geliyor.
Pasifik bölgesinde, Kore Savaşı sonrası çizilen ama hiçbir zaman tam anlamıyla barış getirmeyen Kuzey ve Güney Kore sınırı, yalnızca Kore Yarımadası’nı değil, aynı zamanda küresel jeopolitik dengeyi de yıllardır ikiye bölüyor. Soğuk Savaş sonrası bile donmuş kalan bu cephe, Çin’in yükselişi ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Asya-Pasifik’teki etkisini yeniden konumlandırma çabalarıyla yeniden ön saflara taşındı. Yeni bir Soğuk Savaş olarak tanımlanan bu dönemde; Rusya, Çin ve Kuzey Kore bir blok oluştururken; ABD, Japonya ve Güney Kore bu ittifakın karşısında konumlanmaya başladı.
Son 7-8 ay içerisinde hem Güney Kore’de hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde birbirinden bağımsız ama birbirine paralel olan çok önemli gelişmeler yaşandı. Güney Kore’de muhafazakâr Cumhurbaşkanı Yoon Suk-yeol, 3 Aralık 2024’te anayasaya aykırı şekilde sıkıyönetim ilan ederek muhalefeti ve sivil toplumu baskı altına almaya çalıştı. Bu hamleyi, “Kuzey Kore’nin içerideki uzantılarını temizleme” gerekçesiyle savunsa da, toplumun büyük kesimi tarafından demokrasiye yönelik bir müdahale olarak değerlendirildi.
Tam da bu kriz anında, o dönem muhalefet lideri olan Lee Jae-myung, siyasi tarihine damga vuran bir adım attı: Meclise girerek, askeri müdahaleyle kilitlenmiş yasama sürecini fiilen kırdı ve hukuksuz ilan edilen sıkıyönetimin geri çekilmesinde sembolik ve fiili bir öncülük üstlendi. Bu cesur hamlesi, onu kamuoyunun gözünde yalnızca bir siyasetçi değil, demokrasiyi savunan bir halk kahramanı konumuna taşıdı.
Lee’nin bu çıkışı, Güney Kore halkı nezdinde büyük bir rüzgâr oluşturdu. Her ne kadar onun Kuzey Kore, Çin ve dolayısıyla Rusya ile daha yumuşak ilişkiler geliştirme yönündeki açıklamaları bazı kesimler tarafından temkinli karşılanmış olsa da, sıkıyönetimi geriye püskürtme konusundaki rolü bu eleştirilerin önüne geçti. İşte bu toplumsal destek ve siyasi meşruiyetin oluşturduğu hava ile Lee Jae-myung, 3 Haziran’daki seçimleri kazandı ve Güney Kore’nin yeni cumhurbaşkanı oldu.
Lee Jae-myung’un yaşam öyküsü, Kore’nin modern sınıf mücadeleleriyle örülü toplumsal yapısını yansıtan bir portre sunuyor. Çocuk yaşta fabrikalarda çalışmış, geçirdiği iş kazalarına rağmen hukuk okuyarak insan hakları savunuculuğuna yönelmiş bir isim. Seongnam Belediye Başkanlığı ve Gyeonggi Eyalet Valiliği yaptığı dönemlerde uyguladığı bölgesel asgari gelir politikası, ekonomik eşitsizlikle mücadeleye yönelik önemli bir adım olarak takdir topladı.
Bugün başkanlık koltuğunda oturan Lee, görevine başlarken verdiği mesajda “ulusal birliği yeniden kurma” ve “ekonomik toparlanma” vaatlerini öne çıkardı. Dış politika vizyonunda ise geleneksel Güney Kore çizgisinden belirgin şekilde ayrılıyor. ABD ile olan ittifakı “stratejik mihenk taşı” olarak görmeye devam etse de, Çin ve Rusya ile ekonomik ilişkileri sürdürmenin yanında, diplomatik ilişkileri de yeniden ele alma gerektiğini savunuyor. Bu tavır, 1980’lerde Güney Kore’nin Çin ve Sovyetler Birliği ile ilişkiler geliştirdiği Kuzey Politikası modeline benzetiliyor. Kuzey Kore ile diyalog kapılarını açık tutma arzusu da, bu daha dengeli ve çok yönlü yaklaşımın bir parçası.
Bu yeni yönelim, özellikle Donald Trump gibi geleneksel müttefiklik ilişkilerini sık sık sorgulayan bir liderin yeniden ABD başkanı olduğu bir dönemde daha da dikkat çekici hale geliyor. Trump’ın göreve başlamadan önce yaptığı açıklamalardan itibaren, küresel liberal düzeni sorgulaması ve geleneksel müttefikleri ABD’yi “ticaret yoluyla sömürmekle” suçlaması, Güney Kore’yi de doğrudan etkilemişti. Trump’ın açtığı ticaret savaşları, Güney Kore’ye koyulan %25 oranında gümrük tarifesi ve bunları keyfi biçimde kaldırıp geri getirmesi gibi adımlar, ülkeyi bıçak sırtında bırakıyor.
Güney Kore’nin bir Asya kaplanı olarak ekonomik refaha ulaşması, ABD’yle ekonomik ve ticari işbirliği bağlamında ihracata dayalı kalkınma modeli sayesinde gerçekleşebilmişti. Şu anda ise tam da kendisine bu kapıların açılmasını sağlayan ülke, hem küresel olarak hem bölgesel olarak hem de özelde Güney Kore’yi hedef alacak şekilde muazzam bir ticaret savaşı başlatmış durumda. Bu ticaret savaşı, Güney Kore’nin önümüzdeki dönemde hassasiyetle ele alması gereken en önemli konulardan biri.
Bu gelişmeler ışığında Lee Jae-myung’un görevi devralması, yalnızca iç siyasi dengeleri değil, Asya-Pasifik’teki dengeleri de etkileyebilecek potansiyele sahip. ABD-Güney Kore ilişkilerinin yönü, Çin ile kurulacak ekonomik köprüler ve Kuzey Kore ile diyalog ihtimali, Güney Kore’yi daha bağımsız ve çok yönlü bir aktöre dönüştürebilir. Ancak bu aynı zamanda Japonya ve ABD’nin de dikkatle izleyeceği bir süreç olacaktır.
Sonuç olarak, Güney Kore’de 3 Haziran seçimleri demokrasinin yeniden tanımlandığı, bölgesel güç dengelerinin yeniden oluştuğu bir döneme denk gelmektedir. Lee Jae-myung, demokrasiyi savunarak kazandığı toplumsal desteği, dengeli ve çok kutuplu bir dış politikayla sürdürebilirse, Güney Kore yalnızca kendi içinde değil, Asya-Pasifik’te de yeni bir açılım yapacaktır.
Ancak şu da bir gerçek ki, Trump’ın Güney Kore’ye yönelik ticaret politikalarının, ABD’nin küresel ölçekte boşalttığı alanlarda gözü olan Çin’in işine yarayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.