Pakistan ve Hindistan bağımsızlığını ilan ettiğinde, aralarında Gandi ve Cinnah gibi liderlerin de bulunduğu Hindular ve Müslümanlar, yüzlerce yıldır iç içe yaşadıkları bir coğrafyada eskisi gibi rahatlıkla seyahat edebileceklerini düşünüyorlardı. Ne var ki, Pakistan ve Hindistan arasındaki dostane bağlar kurulamadan koptu. Günümüzde ise artan gerilim nedeniyle, iki ülke arasında binlerce yıldır akan nehirlerin akışının dahi kesildiğini görüyoruz.
Keşmir’de Hindistanlı turistlerin öldürülmesiyle başlayan son gerilimle Hindistan ve Pakistan savaşın eşiğine geldi. Daha önce üç kere savaşan Hindistan ve Pakistan arasındaki problemlerin kökeni esasen Keşmir’de değil, daha gerilerde, 1947’de Hint alt kıtasının Hindular ve Müslümanlar arasında taksim (Partition) edildiği dönemde aramak gerekiyor.
Radcliffe’in Kalemi, Katliamlar ve Göç
Büyük Britanya İmparatorluğu çekilmeden önce Hindistan’da ciddi bir belirsizlik vardı. Nehru ve Gandi’nin liderlik ettiği Hindistan Ulusal Kongresi ile Cinnah’ın liderlik ettiği Müslüman Birliği’nin arasında Hint alt kıtasında İngiltere’den bağımsızlık kazanıldıktan sonra nasıl bir devlet kurulacağına dair fikir ayrılığı bulunuyordu. Hindistan Ulusal Kongresi tek çatı altında farklı milletlerin temsil edileceği bir devlet isterken, Müslüman Birliği bu düşünceye karşı çıkıyordu. Cinnah ve taraftarları, Hinduların çoğunluğu oluşturacağı bir devlette Müslümanların azınlıkta kalacağını ve İngiltere’nin yerine Hindistan’ın tahakkümü altında kalabileceklerinden endişe ediyorlardı. Bu yüzden, Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu yerlerde ayrı bir devlet ilan edilmesi gerektiğini savunuyorlardı.
İngilizler çekilme tamamlanmadan önce Hindu ve Müslüman liderlerin aralarında anlaşmasını istiyordu. Ne var ki, iç içe geçmiş halde 400 milyon insanın yaşadığı Hint alt kıtasında Hindular, Müslümanlar, Sihler, Hristiyanlar ve irili ufaklı başka dine mensup toplulukların nasıl ayrılacağı hususu çetrefilli bir husustu.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dikkatini Avrupa’ya veren İngiltere yönetiminin bölgeden çekileceği kesinleşmişti. Ciddi zaman ve emek isteyecek bir sürece İngilizlerin tahammülü ve vakti yoktu. Daha önce Hindistan’da hiç görev yapmamış Lord Radcliffe Delhi’ye gelerek, iki tarafın liderleriyle görüştükten sonra kendisine sunulan raporlar üzerinden Hint alt kıtasının kaderini harita başında kalem ve cetvel kullanarak birkaç haftada tayin etti. Farklı etnisitelere ve dillere mensup Hintliler doğdukları din üzerinden kabaca bir tasnife tabi tutuldular. Farklı diller konuşsalar da Müslüman olanlar Pakistanlı, farklı kastlara ve etnisitelere mensup olmasına rağmen Hindu olanlar Hindistanlı kabul edildi. Ne Müslüman, ne de Hindu olan Sihlere ise bir tercih hakkı sunulmadı.
Sahadaki coğrafi, iktisadi ve beşeri gerçekleri değerlendirmeden yapılan bu taksim neticesinde yüzlerce yıldır beraber yaşayan topluluklar bölündü. Yeni oluşturulan bu iki devletin her iki tarafında da Müslümanlar, Hindular ve Sihler bulunuyordu. Ayrıca, kendi bağımsızlığını korumak isteyen bazı beylikler de vardı.
Nüfus çoğunluğunun kimde olduğunun önem arz ettiği bu gergin dönemde, Hint ve Müslüman topluluk arasında çatışmalar artmaya başlamıştı. Aynı şehirde ve köyde yaşayan Hindular, Müslümanlar ve Sihlerin oluşturduğu çeteler kitle psikolojisinin de verdiği bir ruh haliyle karşı tarafın dükkanlarını yağmalıyor, evlerini basıyordu. Çatışmaların en şiddetli yaşandığı bölgeler ikiye bölünmesi öngörülen Penjab eyaletinde yaşanıyordu.
Katliam ve yağmalardan kendi canlarını kurtarmak isteyen Hindular, Pakistan’dan Hindistan’a kaçmaya çalışırken, Müslümanlar da aynı şekilde Hindistan’dan göç ediyordu. Çeteler göç kafilelerini basıyor, diğer ülkeye giden trenlerin yolunu kesiyor ve karşı dinden önüne rast geleni öldürüyorlardı. Bu olaylarda yaşlı, kadın, çocuk demeden binlerce insan katledildi, binlerce kız çocuğu da ganimet olarak kaçırıldı.
Yeni kurulan bu iki devletin bazı eyaletlerdeki yerel yetkilileri bir müddet sonra çeteleri durdurmak yerine, karşı dinden insanları zorunlu göçe tabi tutmaya karar verdiler. Birkaç saat içinde toplanması emredilen insanlar kafileler halinde diğer ülkeye sevk ediliyordu. Tren yoksa, insanlar bazısı günlerce, bazısı haftalarca sürecek bir yola yaya olarak gitmeye zorlanıyordu. Özellikle kadınlar ve çocuklar için zorlu olan bir yolculuktan sonra mülteciler, salimen varabilirse, doğru düzgün bir imkanın olmadığı kamplara yerleştiriliyordu.
1947’de gerçekleşen Hindistan ve Pakistan’ın taksimi sürecinde yapılan bu katliamlar ve tehcirlerde 500.000 ila 1 milyon kişinin öldüğü ve 12 milyon insanın göç ettiği değerlendiriliyor. Bu kanlı hatıralar ve tehcirlerin bir benzeri Pakistan’ın ikiye bölünmesi ve Bangladeş’in bağımsızlığını kazanması sürecinde tekrar yaşanacaktı.
Bugünlere Doğru Geldiğimizde
Gandi, 30 Ocak 1948'de milliyetçi bir Hindu tarafından öldürüldü. Gandi’yi öldüren Nathuram Godse aşırı sağcı bir örgüt olan Rashtriya Swayamsevak Sangh (RSS) üyesiydi. Nathuram Godse, Müslümanlara karşı hoşgörülü olan Gandi’nin politikalarının Hindulara zarar verdiğini ve Pakistan’ın kurulmasına zemin hazırladığını söylüyordu. Gandi’ye dahi Müslümanlara yumuşak davrandığı için suikast düzenleyecek kadar ileri giden RSS üyeleri, Hindistan’ın taksimi sırasında birçok Müslümanı da katletmişti.
RSS varlığı devam eden etkin bir örgüt. Bugün Hindistan’da iktidardaki Bharatiya Janata Partisi (BJP), RSS ile aynı ideolojiyi paylaşıyor. BJP’nin gerek kurulmasında, gerek liderlik kadrolarının yetiştirilmesinde RSS’in kayda değer emeği bulunuyor. BJP’ye mensup Hindistan Başbakanı Modi aynı zamanda RSS üyesi. Modi’nin siyasi anlayışının şekillenmesinde RSS’in milliyetçi fikirlerinin yadsınamaz bir etkisi var.
Bu bağlamda, Hindu milliyetçiliğine dayalı Modi’nin dışlayıcı popülist siyaset anlayışı, ülkesindeki Müslümanları öteki ve düşman olarak görüyor. BJP’nin iktidarıyla beraber ülkedeki Müslüman azınlığa yapılan baskıların artığı da gözlemleniyor. Örneğin, 2019’da Hindistan’ın Assam eyaletinde büyük kısmını Bengal kökenli Müslümanların teşkil ettiği ve uzun zamandır Hindistan’da yaşayan yaklaşık 2 milyon kişi vatandaşlık listelerine (the National Register of Citizens) dahil edilmedi. Aynı sene yürürlüğe giren başka bir yasada (the Citizenship Amendment Act) 2014’ten önce Pakistan, Bangladeş veya Afganistan’dan Hindistan’a yasa dışı yollardan gelen Hindu, Sih, Budist veya Hristiyan kökenli yasadışı göçmenlere ise hızlı vatandaşlık yolu açıldı. Ancak Müslümanlar bu yasanın kapsamı dışında bırakıldı. Yine, BJP hükümeti, 2019 yılında Anayasa’nın 370. maddesini iptal ederek Hindistan’da Müslümanların çoğunlukta olduğu tek eyalet olan Keşmir’in özerklik statüsünü kaldırdı.
Pakistanlı devlet yetkilileri de Hindulara şüpheyle yaklaşmaya devam ediyor. 18 Nisan’da yaptığı bir konuşma Pakistan Genelkurmay Başkanı Asım Münir, Başbakan Şahbaz Şerif’in de hazır bulunduğu bir toplantıda yaptığı konuşmada “Biz hayatın her alanında Hindulardan farklıydık. Dinimiz farklı, geleneklerimiz farklı, örf ve âdetlerimiz farklı, düşüncelerimiz farklı, hedeflerimiz farklıydı. İşte iki millet teorisinin temeli burada atıldı. Biz iki ayrı milletiz, tek bir millet değiliz,” dedi. Aynı konuşmada Münir, Pakistan için şah damar mesabesinde olan Keşmir’i bağımsızlık mücadelesinde yalnız bırakmayacaklarını söyledi. Hintli yetkililer bu açıklamadan bir hafta sonra gerçekleşen terör saldırısında Münir’in bu sözlerinin payı olduğunu ileri sürüyorlar. Mumbai gibi geçmişteki bazı terör saldırılarının arkasında Pakistan vatandaşlarının dahli bulunması da Hindistan’ın şüphelerini güçlendiriyor.
Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif de Hindistan’ın terör saldırısına misilleme olarak 7 Mayıs’ta Pakistan’da bazı hedefleri vurması üzerine yaptığı açıklamada, “Hain düşman, Pakistan sınırları içinde beş ayrı noktaya alçakça bir saldırı düzenledi,” diye belirterek misilleme yapacaklarını söyledi. Pakistan’da iktidarın esasen ordunun elinde bulunduğunu ve istemediği siyasilerin geçmişte darbe yoluyla veya yargı marifetiyle engellediğini burada not edelim.
Geçmişin Yükü, Geleceğin Tehdidi
Pakistan ve Hindistan arasındaki ayrım bu ülkelerin modern zamanlarındaki kuruluşuna dayanıyor. Bu iki devletin kurucu mitlerindeki kahramanları ve düşmanları Hindular ve Müslümanlar teşkil ediyor. Milliyetçi Hindular bakımından Pakistan’ın kurulması Hindistan’ın gayrimeşru şekilde bölünmesiyle neticelenen bir ihanet süreciydi. Benzer şekilde Pakistan’daki birçok Müslüman için Hindular düşman olarak algılanıyordu. Bu travma halen iki ülkede etkisini kısmen icra ediyor.
Çoğunluğu Müslüman olan Keşmir üzerinde iki ülkenin de hak iddia etmesi, provoke edici terör saldırıları ve siyasi liderlerin popülist söylemleri geçmişin acılarının gelecek nesillere taşınmasına sebebiyet veriyor. Mevcut kriz belki bir şekilde aşılacak olsa da, önümüzdeki yıllarda Keşmir meselesi yüzünden Hindistan ve Pakistan sınırında çatışmaların ve gergin dönemlerin tekrar yaşanması mukadder görünüyor.
Not: Taksim sürecini anlatırken Yasmin Khan’ın The Great Partition: The Making of India and Pakistan adlı eserinden yararlandım.