COVID-19’un siyasi yansımaları krizin en fazla konuşulan ve üzerine öngörülerde bulunulan yönlerinden birisi. Genel beklenti bu krizin uluslararası ilişkilerde ve küresel ekonomide devrimsel sonuçlarının olacağı yönünde. Birçokları beklentiyi Türk iç siyasetine de uyarlamakta. Bu devrimsel sonuçları görmek için henüz erken. Ancak şu ana kadar gerek küresel dengelerde gerekse iç siyasette kriz temel dinamikleri değiştirmedi.
Foreign Affairs’te yayınlanan makalesinde Amerikalı siyaset bilimci Richard Haass COVID-19 krizinin temel jeopolitik dinamiklerde bir değişikliğe yol açmayacağı fakat bunları hızlandırabileceği ya da derinleştirebileceği öngörüsünde bulunmuştu. Nitekim şu ana kadar yaşanan gelişmeler Haass’ın öngörüsünü destekler nitelikte. ABD ve Çin arasındaki ilişkilerin daha da gerilmesi, pandeminin yönetimi konusunda Washington’ın küresel liderlik vasfını kaybetmesi, Çin ve Rusya gibi revizyonist aktörlerin bu boşluğu doldurma politikası, otoriterlik ve milliyetçilik dalgalarının daha da güçlenmesi gibi hususlar COVID-19 krizinden önce de var olan ancak bu krizle daha da belirginleşen bazı temel dinamikler.
Haass’ın yaklaşımını Türk siyasetine uyguladığımızda da benzer sonuçlar ortaya çıkmakta. Son birkaç yıldır iç siyasetteki en önemli konulardan birisi Türk ekonomisinin durumuydu. Ekonomik kriz, COVID-19’la birlikte yönetilmez boyutlara ulaştı. Tüketim alışkanlıklarının değişmesi, işsizlik oranlarının yükselmesi, hükümetin doları baskılama konusundaki takıntısı, döviz rezervlerinin erimesi gibi problemler karşısında, Ankara IMF’ye gitmeme konusunda diretirken swap anlaşmalarıyla krizi biraz daha ötelemenin peşinde.
İç siyasetteki bir diğer husus ise AKP içi ayrılıklardı. Nitekim COVID-19’un siyasetin üzerine uyguladığı baskı bu ayrılıkları da derinleştirdi. Süleyman Soylu ve Berat Albayrak arasında olduğu söylenen gerilim Soylu’nun istifa restiyle yeni ve daha aleni bir boyuta taşınmış oldu. Davutoğlu, Gül ve Babacan gibi yeni muhaliflerin cephesinde henüz ciddi bir gelişme olmasa da, krizin artan etkileriyle paralel olarak kendilerini daha görünür kılma peşinde olacakları beklenebilir.
Erdoğan ve Kemalist/Ulusalcı cephe arasındaki gerilim ve siyasetteki darbe söylentileri ise iç siyasetteki bir başka gündem. Söylentilerin gerçekçiliğini kestirmek zor. Ancak COVID-19’un olumsuz (ekonomik) etkilerinin Erdoğan’ı iç siyasette yeni bir düşman arayışına ittiği ve bu şekilde tabanını tahkim etmek istediği söylenebilir.
Benzer bir şekilde, artan toplumsal hoşnutsuzluk ve eleştiriler karşısında hükümet her zamankinden daha otoriter, daha sert ve populist politikalar izlemeye yönelebilir. Bu durum önümüzdeki dönemde toplumdaki kutuplaşmayı ve gerilimi daha da artıracaktır. Ancak hazinede populist politikaları finanse edebilecek kaynağın olmaması ise bir başka sıkıntı. Maske dağıtımı konusundaki yetersizlik ve ekonomik destek paketinin mütevaziliği hükümetin bu konudaki açmazını ortaya koyuyor.
Öte yandan, dış politikada da benzer trendler devam etmekte. Trump yönetiminin kuzey Suriye’de Kürtlere karşı, İdlib’te ise Rusya ve rejime karşı Türkiye’yle işbirliği arayışları ikili ilişkilerde olumlu bir ivme sağladı. Ankara’nın maske yardımlarıyla batılı ülkelere yaptığı ufak jestler de ABD ve Avrupa’yla ilişkileri düzeltme konusunda bir iyi niyet göstergesi. Bununla birlikte, artan ekonomik sıkıntılar ve İdlib’te yeniden alevlenmeye hazır kriz hükümeti önümüzdeki dönemde batılı dostlarına daha yakın bir politika izlemeye itebilir. Dahası batıdaki imajını düzeltmek amacıyla hükümetten Kürtlere ve diğer muhaliflere yönelik bazı olumlu adımlar gelebilir. Ancak artan milliyeçi dalga ve kutuplaşma bu konuda da Ankara’nın manevra kabiliyetini sınırlamakta.
Bununla birlikte, gerek ABD ve Avrupa’yı ekonomik destek konusunda ikna etmek gerekse iç politikada gündemi değiştirmek amacıyla Suriye’de Kürtlere karşı yeniden gerilimi artırmak işlerin umulduğu gibi gitmemesi durumunda Ankara’dan beklenebilecek bir diğer hamle. Nitekim, Suriye’deki durum her an sıcak savaşa dönüşebilecek nitelikte.
Türkiye’nin başta ekonomi siyaset ve dış politika alanlarında durumu COVID-19 krizinden çok önce de olumsuzduysa da, Erdoğan siyasi maharetiyle bu içiçe geçmiş krizleri yönetmesini bildi. Virüsle birlikte beklenmedik bir şekilde hızlanan ve derinleşen bu problemlerin ne derece yönetilebilir seviyede kalacağı önümüzdeki dönemde ortaya çıkacak. Erdoğan’ın çözüm arayışlarının birbiriyle çelişen nitelikte olması ise işin cabası. Yine de Türkiye için çözüm mümkün ama bunun için kişisel, duygusal ve populist politikalar yerine rasyonel adımlar gerekmekte.