Göreve yaklaşık iki yıl önce başlayan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken 19 Şubat’ta Türkiye’ye ilk resmi ziyaretini düzenleyecek. İnsani diplomasi kapsamında yürütülen ABD’nin deprem yardım faaliyetlerini yerinde görmek dışında Blinken’ın gündeminde kuvvetle muhtemel İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya tam üyeliği ile Ukrayna Savaşı konuları bulunuyor.
ABD Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada Blinken’ın 6 Şubat’ta meydana gelen depremlerin neden olduğu yıkım sonrası gerekli müdahaleleri yürüten Türk yetkililere destek olmak amacıyla ABD’nin yürüttüğü çabaları birinci elden görmek üzere İncirlik Üssünü ziyaret edeceği, akabinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve diğer üst düzey Türk yetkililerle bir araya gelmek için Ankara’ya gideceği belirtiliyor. Açıklamada devamla, Blinken’ın Ankara ziyareti sırasında ABD’nin değerli bir NATO Müttefiki olan Türkiye ile ortaklığını daha da güçlendirmenin yollarının ele alınacağı ifade ediliyor.
Blinken’ın ziyaret sırasında yapacağı görüşmelerde, Ukrayna Savaşı bağlamında Rusya’ya uygulanan yaptırımların delinmesinde Türkiye’nin kullanılmaması için Ankara’nın gerekli önlemleri alması gerektiği konusunu işleyeceğini tahmin etmek zor değil. ABD Hazine Bakanlığı Terörizm ve Mali İstihbarat Müsteşarı Brian Nelson da Şubat ayı başında Türkiye’de hem hükümet hem de özel sektör temsilcileriyle görüşmüş ve Rusya’ya yönelik yaptırımların delinmemesi konusunda uyarılarda bulunmuştu. ABD özellikle Rusya’nın silah üretiminde kullanabileceği kimyasal maddeler, mikroçipler ve diğer çift amaçlı ürünlerin Türkiye üzerinden Rusya’ya aktarılmasını istemiyor.
Blinken’ın öncelikli konuları arasında İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliklerinin bir an önce Türkiye tarafından onaylanması da yer alacaktır. NATO’nun Rusya’yla kara sınırını yaklaşık iki katına çıkaracak bu genişleme sürecine ABD özel önem atfediyor. 30 üyesi bulunan NATO’da İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğini şu ana kadar onaylamayan sadece iki ülke bulunuyor. Bu ülkelerden birincisini liberal olmayan demokrasi sistemini icat eden Macaristan, diğerini ise ileri demokrasinin meziyetlerinden dem vuran Türkiye teşkil ediyor. Bununla birlikte, Macaristan’ın İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğini daha fazla uzatmadan yakın zamanda onaylaması bekleniyor.
Tek başına kalan Ankara’nın üzerindeki baskıyı hafifletmek için Temmuz ayında Vilnius’ta düzenlenecek NATO Zirvesi öncesinde Finlandiya’nın üyeliğini onaylamış olması bekleniyor. Bu minvalde, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de 15-16 Şubat 2023 tarihlerinde Türkiye’yi ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’yla yaptığı görüşmelerde İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya tam üyeliği ile Ukrayna Savaşı konularını ele almıştı. Stoltenberg Çavuşoğlu’yla beraber düzenlediği basın toplantısında İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’nin istediği politikaları uygulamaya koyduğunu ve bu iki ülkenin üyeliklerinin onaylanması zamanının geldiğini vurgulamıştı. Çavuşoğlu da Finlandiya’nın NATO üyelik sürecini İsveç’ten ayrı bir şekilde değerlendirdiklerini ve Helsinki’yle ilgili ciddi bir sorunlarının olmadığını ifade ederek Finlandiya’ya ilişkin onaylama sürecinin yakında tamamlanacağına işaret etmişti.
İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması ise iyi ihtimalle ancak seçimlerden sonra gerçekleşecek gibi görünüyor. Onaylama sürecinin yokuşa sürülmesi Vaşington’da Türkiye’nin partnerliğinin sorgulanması ve Ankara’ya yeni yaptırımlar uygulanması konusunda iki partiden seslerin yükselmesine neden oluyor. Kimisi Türkiye’nin NATO’daki yerini ve faydasını açıktan tartışırken, kimisi onay süreci tamamlana kadar Türkiye’ye silah satışlarının askıya alınmasını talep ediyor.
Biden Yönetiminin de Türkiye’deki artan otoriterleşme ve özellikle Ukrayna Savaşından sonra Ankara’nın Rusya’yla ilişkilerinin derinleşmesinden rahatsızlık duyduğu bir sır değil. Bununla birlikte, belki de önümüzdeki aylarda yapılması öngörülen genel seçimlere doğrudan müdahil gözükmek istemedikleri için ABD yönetimi rahatsızlığını kapalı kapılar ardında mesaj verme, sembolik yaptırımlar veya sözlü uyarılarla iletmeyi tercih ediyor.
Örneğin, ABD’nin 29-30 Mart 2023 tarihlerinde Kosta Rika, Hollanda, Güney Kore ve Zambiya ile ortak düzenleyeceği ve 110 ülkenin katılım sağlayacağı 2. Demokrasi Zirvesi’ne Türkiye davet edilmedi. ABD Dışişleri Bakanlığı, bazı ülkelerin ilki iki sene önce düzenlenen Demokrasi Zirvesi’ne neden davet edilmediğini resmi sitesinde şu şekilde açıklıyor:
“Amacımız mümkün olduğunca kapsayıcı olmaktır. İlgili tüm seslerin ve bakış açılarının zirve sürecine katılımını teminen çalışıyoruz. Zirveye katılan ülkeler ve dünyanın dört bir yanındaki diğer hükümetlerle; demokratik gerilemeyi tersine çevirmek, insan haklarına saygı duyulmasını sağlamak, ülke içi ve ülke dışında yolsuzluklarla mücadele etmek için temas kurmaya devam edeceğiz. Söz konusu hedefleri desteklemek için samimi istek gösteren istisnasız bütün ülkeleri zirveye dahil etmeye uğraşıyoruz.”
Başka bir ifadeyle, otoriteryanizme karşı çıkmak, yolsuzlukla mücadele etmek ve insan haklarına saygı göstermek hususlarında asgari müştereklerde buluşulma imkanı olmayan ülkeler zirveye çağrılmamış. Zirveye çağrılan ülkelerin listesi incelendiğinde zaten yeterince fikir ediniliyor. Bu bağlamda, bu seneki zirveye NATO ülkelerinden sadece Macaristan ve Türkiye çağrılmadı.
Ukrayna Savaşı bağlamında bir anlamda otoriter ve demokratik ülkelerin yol ayrımına gitmekte olduğu ve her iki tarafın saflarına adam çekmek için yoğun çaba harcadığı bir konjonktürde düzenlenen bu kadar geniş katılımlı bir toplantıya Türkiye’nin yine de davet edilmemiş olması Ankara’nın ABD tarafından nasıl değerlendirildiği noktasında çok açık bir mesaj veriyor.
Sonuç olarak, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın ziyaretinde, Biden Yönetiminin Ankara’nın NATO genişleme sürecini yavaşlatması ve Ukrayna Savaşı bağlamında Rusya’ya karşı net bir tavır almamasından duyduğu rahatsızlıklar ve bunun Türkiye’ye olası yansımaları Türk muhataplarına lisan-ı münasiple iletilecek. ABD, özellikle Türkiye’deki seçimler öncesinde ters tepebilecek sert açıklamalar veya yaptırımlardan kaçınacaktır. Ne var ki, böyle kritik dönemlerde desteği beklenen Ankara’nın krizi fırsata çevirme çabaları Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinde kalıcı hasar bırakıyor ve ülkenin gerek NATO İttifakından gerek uluslararası oluşumlardan dışlanmasına yol açıyor.